Keşke Hiç Bitmeseydi Dediklerimden: Alchemy Of Souls (G.KORE) - ID; Peace M

Keşke Hiç Bitmeseydi Dediklerimden: Alchemy Of Souls (G.KORE)

Sevgili takipçilerim, sonunda Alchemy of Souls'un bittiğini idrak ettim, sindirdim ve işte karşınızdayım! 




**İlgili Yazı: İzlediğim K-Drama Bir J-Drama Olsaydı: Alchemy Of Souls Japon Oyuncu Kadrom**



Herkese merhaba! Biliyorsunuz ya da bilmiyorsunuz, önemli değil, geçenlerde Extraordinary You izlemiş ikinci erkek sendromuna yakalanarak Jae Wook'u bir başrolde izleyerek tedavi olmam lazım demiştim. Bunun da Alchemy of Souls'la mümkün olacağını konuşmuştuk bazılarınızla. Hazır benim oğlan da babasına gitmişken diziye başladım. Arkadaşlar, bu dizi gerçek mi? Bu ne kadar güzel bir kurgu, ne muhteşem bir prodüksiyon, ne harika bir kadro! Nereden ve nasıl başlayacağımı bilmiyorum ama elimden geldiği kadarıyla bende bıraktığı izleri şöyle özetle bir paylaşmak isterim sizlerle.


Öncelikle diziye başlamamın sebebine biraz değineyim. Her ne kadar ikinci erkek sendromu tedavisi desem ve diziye başlamaya karar vermiş olsam da içimde hala bir "acaba sonra mı izlesem?" tereddütü vardı, ta ki bir edit görene kadar! O edit de Jang Uk'la prensin köprüdeki komik yeşim taşı kesitiydi. Dedim bu dizi komiğe de benziyor, e romantizm konusunda da bir övenler vardı sanki dedim ve şu hacet tası kesitinden sonra da (herhalde izlemeden önceydi, yanlış da olmasın bu ara B12 eksikliğim var :p)  kesin olarak başladım. 





Bir kere jenerik çok güzeldi, müzik ve geçişler, o renkler beni büyüledi. Zaten orada hemen teslim oldum. Ancak ben genelde dizilerin konularına ve diğer şeylerine pek bakmamaya çalışıyorum eğer yayınlandığı zaman izlemiyorsam. Bunda da öyle yaptım. Birkaç kesit sonrası hiç bakmadan daldım. O yüzden beklentim biraz afişten falan da dolayı erkek karakterin baskın kadın karakterin naif, kırılgan ve hanım hanımcık olması yönündeydi. Ama olay tam tersi çıktı. İlk başta Naksu ikinci sezonda başrolde gördüğümüz Go Youn Jung'du. Daha önce izlemedim kendisini ya da izlediysem de hatırlamıyorum ama başlar başlamaz ona da vuruldum mu ben :p Dedim ki So Min olmasa bu kız baya iyi gidermiş aslında Jae Wook'la dedim. İkinci sezonda başrol olduğunu bilmiyordum, dediğim gibi bakmadım bilerek. Bir de afişte çok farklı duruyor. Naksu hali ise bambaşka bir auraya sahip. Neyse müthiş bir aksiyonla başladı zaten. Daha sonra ruhların simyası olayına girildi. Bunu kim yazmışsa gerçekten güzel yazmış. Dizi tarihi de olduğu için mistisizm çok da güzel ve tadında gitti. Özellikle büyücülerin mektebi çok güzeldi. Oradaki kıdem ve kıdeme göre saygı olayını da Koreliler iyi yapıyor zaten. Ama en önemlisi arkadaşlıklardı. Jae Wook ne kadar dışlanan çocuk olarak orada olsa da (dizinin içindeki sebeplerden ötürü, spoiler vermemeye çalışacağım) arkadaşı Yul ve Dong Gu onu içten seviyorlardı. Ben bu diziye başlarken ikinci erkek var mı diye sormuştum ve biri bana "var ama ikinci erkek gibi değil" demişti. Gerçekten de öyleydi. Daha çok Japon yapımlarında rastladığımız tarzda, erkek başrole yardım eden ve iyi bir karakter olarak yansıtılmış o yüzden çok hoşuma gitti. Çünkü olaylar zaten yeterince karışık bir de aşk üçgeni pek gitmezdi ki, ikinci sezonla ilgili hoşuma gitmeyen detaylardan biri de oydu.




Gelelim başrol uyumuna. Her ne kadar So Min yaşça Jae Wook'tan bayağı büyük olsa da asla sırıtmamış bu ikili. Kimyaları çok güzeldi. So Min'in ağızla konuşması yüzünden Korecem sarsıldı ama :p Ani geçişleri çok hoştu. So Min çok başarılı bir oyunucu, eskiden beri severim burada da yeteneklerini konuşturmuş. Mu Deok olarak dizideki erkeklerle olan ayrı ayrı ilişkileri de hem güldürüyordu hem de yüreğimi sızlatıyordu. Biraz Moon Lovers'a gitmedim değil oralarda. Herkes onun etrafında dönüyordu ama onun yardımcı olduğu tek kişi vardı o da Jae Wook'tu. Bu değişmedi. Dang Gu'nun ona arkadaş olarak gösterdiği samimiyet, saf saf Yul ile aralarını yapmaya çalışması ama sonra olayın hiç de öyle olmadığını anlaması; Yul'un her şeyi bilmesine rağmen içine atması ve kendi içinde bir şeyleri çözmeye çalışması ama yeri geldiğinde de en büyük fedakarlığı yapmaya gayret edişi; prensin her türlü Mu Deok'a dert yanması onun da hiç çekinmeden bir şeyleri söylemesi ve üstü kapalı bile konuşsa prensin anlayacağını bilerek konuşması, aralarındaki o samimiyet... Say say bitmez. Bu ilişkiler çok hoştu. 









Jae Wook'un birinci sezondan ikinci sezon sonuna kadarki karakter gelişiminin işlenişi de gerçekten güzeldi. İlk sezonda toy bir delikanlıdan nasıl kocaman, yetişkin bir adama dönüştüğüne ilmek ilmek şahit olduk desem yeridir. İlk sezonda çok ağır işliyor gibi görünse de aslında temellerini güzel attıkları için ikinci sezonu havada kalmaktan kurtarmışlar. Belki ilk sezonu izlemeden bile ikinci sezonu izleyebilirsiniz ama genelde bu tür dizilerde hep "acaba evveliyatı olsa nasıl olurdu" merakı bende olur o yüzden bu şekilde bir olay örgüsü ve hikaye işlenişi tam bana göreydi. Jae Wook'un ilk anda Naksu'yu tanıması, o azmi, kararlılığı, aslında zayıf görünse bile en güçlüleri olduğunu göstermesi bunlar belki hemen hemen her benzer dizide gördüğümüz ama Jae Wook-Jang Uk birleşiminde zirve yapmış bir yanıydı dizinin. O uzun boyuna rağmen hem çok şeker hem de çok karizmatik olabilmeyi başarmış. Özellikle ikinci sezonda artık tam bir kemalata erdiğini de duruşundan dahi anlayabiliyordunuz. Jang Uk yine Jang Uk'tu ama aurası ile bile onu vermeyi başarıyordu. Omuzlarındaki yükün nasıl ağırlaştığını görebiliyordunuz. Zaten o kılıcı çekişine, Tansu yapışına falan hiç değinmiyorum. her şeyiyle mükemmel bir karakterdi.





Gelelim dizideki ikinci çiftime. Belki herkes için ikinci çift Cho Yeon ve Dang Gu'dur ama ben Kim Do Ju ve Park Jin'in hastası oldum. Park Jin acayip bir adamdı, hem çok güldürdü hem çok ağlattı hem de kendine hayran bırakan bir karizmaydı resmen. Kim Do Ju da tam bir anneydi. Müthiş dengeli bir karakterdi. Kendisine bırakılan emanete gerçekten gözü gibi bakmış, onca çile çekmiş ve sonunda da mutluluğu hak eden bir kadındı. Yeri geldiğinde hünerlerini de çok güzel konuşturuyordu. Park Jin ile atışmalarını da keyifle izledim :) 




Bir parantez de So-yi'ye açacağım. Biliyorum, çoğunuz ondan nefret etti. Haklısınız da. Ama ben edemedim. İkinci sezonda onu da anladığımız çok yerler olduğu kanaatindeyim. Keşke bir şeyler farklı olsaydı (anladınız siz :p) keşke onu da birilerinin yanında görebilseydik (yine anladınız :p) ama o şekilde olmaması için böyle de bir karakter yazmışlar. Senaristlere sövmedim bilakis bazı hayal kırıklıkları da lazımdı. İyi ki bu karakteri de yazmışlar. Bu arada prense de gereksiz diyenler vardı ona da asla katılmıyorum. Prens bu hikayede çok kilit bir roldeydi. Çok aklı başında ve tam kral olacak özellikleri kendinde toplamış bir tipti. O açıdan olsun, yeri geldiğinde espritüelliği olsun ve hiç kabul etmek istemese de Songrim'e ve bilhassa da Jang Uk'a olan sevgisiyle olsun gönlümde ayrı bir yeri oldu.






Hasılı kelam, diziyi gerçekten çok beğendim. Daha konuşacak baya bir şey var ama hepsine girmek istemiyorum mesela Jin Mu deccali ve beş para etmez kral ve kraliçe gibi, gereksiz kıskançlık triplerine girek Yoon Ok gibi ya da olayların seyrine epey etki eden ve deus ex machina rolü gören Üstat Lee gibi vs. vs. Sadece ikinci sezon sanırım kısa olduğu için aceleye gelmiş gibiydi ama ona rağmen hiç atlamadan soluksuz izledim. Bazı şeyleri bilmeme rağmen omuzlarım sarsıla sarsıla ağladığım bile oldu. tvN bu sene beni epeyce sarstı anlayacağınız :p Ama asla şikayetim yok. Tekrar tekrar izleyeceğim bir dizi olarak arşivimde yer edinmiş oldu. Bu diziyi izlememde emeği geçen kim varsa teşekkür ettim. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hoşça kalın!




Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.